14 Aralık 2011 Çarşamba

Düşünsel Bir Dokunuş

Düşünsel Bir Dokunuş
                         1
   Ve yağmur yağıyor, usulca…
   Tenime her dokunuşu alabildiğine farklı duygulara gebe... Sancılı bir gecenin ardındaki o gizli sır gibi, tüm yaşanmışlıkları bir kalemde silebilecek birkaç damlacık kümesi. –Huzur dolu- yakıcı bir güzellik… Oysa ben hazır değilim bu huzur dolu yakarışa. Gecenin en adi serzenişine tutsak olmak istemiyor istemsiz hücrelerim.
                         2
   “Yine, yeniden hiçbir şeyi beceremiyorum.”
   Asırları kaplayan sessizliği bozan birkaç kelime idi sadece tüm bunlar. Bir insanın baharında çiçek açması gerekirken salt ve ezeli bir biçimde düşünmeye endekslenmiş bir oluşumu yönetmesi bir ustalık gerektiriyordu usta için. Zamanın getirdiği tüm olgular, olgusuzluktan inliyordu. Hiçbir şey her şeyi kaldırıyor, tozlu raflara saklıyordu. Birkaç sigara ve boş bir şişe… İşte yaşamın arkası sokağı tam olarak bundan ibaretti. Öyle ki ruhu uçlarda yaşatacak kadar samimiydi her şey.
                         3
   “Ben artık Tanrı’dan çok uzaktayım!”
   Eldelerim bir hiçliğin yansımasından daha fazla bir şey değildi. Hiçlik okyanusunun durağan ebesi bir doğuma eşlik ediyordu.
                         4
   “Hayır, –ellerime hâkim olamıyorum.
      —Bu bacaklar sanki bana ait değil. Titriyor.”
   Son cümleyi söylerken gözünden akan birkaç su damlası özgürlüğüne kavuşuyordu.
   “Ben artık Tanrı’dan çok uzaktayım.”
   —Havva’nın Kutsal Meclisi!
                         5
   Yokluğa rağmen bir şeyleri var etmeye çalışıyordu beşer. Yürümeyi denedi.
   “Ama bu bacaklar…
    Ben…
    Kim…
    Hayır, yok!
    Yokluğumu göz ardı edemem!”
   Aynaya bakmaya karar verdi. Durdu, biraz düşündü ve O’nu gördü.
   “Bugün yok görünüyorum!”
   Yürümeyi denedi ama beceremiyordu bir türlü. Adeta ayakları vücuduna yakışmıyordu. Ambiyanssız, hoyrat bir geceden sonra söylenen yalnızlık şarkısı gibi; keskin, yakıcı, darbesel…”
   “-Bu vuruş çok tınsal ve uysal… Kesin, darbesel, yıkıcı vuruşlar vurulmalı portreye.”
                         6
   İlerleyemiyorum, yazamıyorum. Çünkü hala bir şeylere inan(a)mıyorum . Hayatın bu kadar anlamsız bir çaba olabileceğine inanmak istemiyorum. Reddediyor eskimiş hücrelerim; lakin önemli de değil ne de olsa kısa bir süre içinde onlar yok olup yerine yenileri gelmiyor mu? Hayat da tıpkı organizma gibi kompleks ve kendi içinde geçerli kuralları olan bir hiyerarşiye sahip değil mi?
   “Bir gün, birisi bir başkasından daha iyi olabilir!”
                         7
   İlerleyemiyorum, yazamıyorum. Çünkü ellerime ne kadar hâkimim bunu gerçekten idrak edemiyorum. Tek elin kağıdı sabitleyip, diğerinin tüm oluşları kağıda geçirmesine anlam yükleyemiyorum. Bir şeyler eksik, hep eksik…
   “Kabul et artık, sen ellerine bile hâkim olamayan bir ahmaksın!”
                         8
   İlerleyemiyorum. Ya bacaklarım? Asıl onlara hakim değilim bu hakimiyet anlayışı çerçevesinde. Bacaklarım almış başına gidiyor ama bedenim hala durağan. Bedenimden bacaklarımın ayrılışı asi duygular oluşturuyor tenimde ama engel olamıyorum bu ayrılığın kurgusuna. Bitmek bilmeyen bir acıtış sürecinden daha ilerisi değil bu hazan.
   “Birkaç adım atıyorum ve ben hala aynı yerdeyim, hiç gitmemiş gibi.”
                         9
   İlerleyemiyorum, yazamıyorum. Tek kazancım geriden kalan, ben-im. Sessiz, sakin ve düşünsel. Kimse olmadan, yalnızca ben!
   “Çok egoistsin gel artık kendine!”
                         10
   İlerleyemedim, yazamıyorum. Ben bir oluşumum hayata ait. Açılımları olmayan bilişimsel bir teknolojinin en ileri noktasıyla bile üretemediği bir oluşum. Sadece ben varım, yalnızlığına terk edilen! Bu bir gün yaşanılacak terk-i diyarı, terk-i varlıklığı daha yakın bir zamana indirgemek sadece.
   “Kabul et biraz da, biraz…”
                         11
   İlerleyemedim, yazamıyorum. Evet, kabul ediyorum. Yaşamın ele verdiği sonsuz kıvrımların derin felsefesinde herkes biraz öyledir.
   “Varlığını duyumsayamıyorsun, sentezlerin olabildiğine dip.”
                         12
   İlerleyemedim, yazamıyorum. Gerçekte var olup olmama açmazını yaşıyorken bu açmazı bir eme ulaştıramadan varamıyorum reel nitelikte bir sonuca. Belki düşüncelerim fazlasıyla subjektif olabilir ama ben buyum! Kendini kabullenmek adına son anda treni kaçırmak gibi…
   “Ben kimim? Ben neyim?”
                         13
   İlerleyemedim, yazamıyorum. Yazamıyorum, bacaklarım ilerlemiyor. Ellerimse onunla inatlaşırcasına bir şeyler karalamak istiyor. Bedenim benden bağımsız, inatlaşırcasına bir tezatlık yaratıyor.
   “Fakat sen tüm yorgunluğunu ellerine hükmettiriyorsun!”
                         14
   İlerleyemesem, yazamam! Hükmettiremiyorum hiçbir şeyi. Realitede sahip değilim tüm bunlara. Ben sadece kararmış bir kalbin solmuş ama dingin, gören ama kör, yenilmiş ama hep kazanmış, var ama yok olan, dinle…
   “Sadece aynaya bak ve gerçeklikle yüzleş!”
   İlerl… Yaza…
   “Kim bu bana bakan ben gibi?”
   “Sadece dokun ve hisset onu…
    Bir düş gibi
    Bir varoluş gibi
    Bir diriliş gibi
    Yekten gelen bir ruh gibi
    Islak bir canlı gibi, elinden kayıp kurtuluşunu hisset
    Tut ve çek onu içine, bırakma!
    Yaşat onu içinde, bir düş gibi!”
   Bu sadece bir düşten ibaret... Oysa ben ilerle… Yaz…”
   “Sadece dokun ve bu oluşu hisset. Önce parmaklarından usul usul girişini duyumsa. Kıyamet gibi! Sonra…”
   “Hayır sezgilerim acıyor!”
   “Unutma sen bir yoktan ibaretsin. Ağrı ve acı yokluk için çok anlamsız ibarelerdir. Sadece ilerle ve yaz!”
   “Sadece duyumsamak tek gerçekliği!”
   Şimdi ben Havva’nın kutsal meclisinde bir gerçekliği yok ediyorum. Aynadaki gerçekliği!
   “Unutkansın!”
   “Bir gün birisi bir başkasından daha iyi olabilir!”
   Oysa benim eldelerim sadece bir hiçliğin yansımasıydı. Hiçlik okyanusunun durağan ebesi bir doğumu yarıda kesiyordu!
                         15
   Hiçbir şey yarım değildir!
   Her şey bir bütün!
   Yokluklar bile…
                         16
   İlerleyemiyorum, yazamıyorum. Mürekkep akıtıyorum kurumuş bedenime. Koyu renkli, kirlice… Artık yazabilsem bile ilerleyebiliyor olmamın bir ehemmiyeti yok. Bacaklarım önde, bedenimse geride sonsuz bir ayrılışa son tanık oluyor.
   “Dokunma bana yazamıyorum!”
                         17
   Şizofren bir düşü yaşıyorsun tüm hücrelerinle. Sesleri takip et, duyabiliyor musun kulaklarına fısıldadıkları olağanüstü melodiyi? Fakat her şey bir yanılsama, hiçbir şey gerçek değil!
   “Hiçbir şey gerçek değil; her şey gerçek… Reel gerçeklik senin düşlerin!”
                         18
   “İdeolojik sanrıların yansımasından başka bir şey değil bu! Çünkü varlık ya da Tanrı her yerde!”
   —Parmaklarının ucunda, saç kıvrımlarında, gerçeği duyumsayabildiğin tek bir noktada… O, her yerde hissedebildiğin tek gerçekte.
   “Tanrı her yerde!”
                         19
   Bu ilerleyişi hissetmeye çalışmak benim yormaktan başka bir işe yaramıyor. Oysa benim bekleyişler yaşıyor bedenim! Yürüyorum huzura, erdeme doğru. Okuyorum tüm bilinenleri. Harfleri yutup cümleler kusuyorum. Şimdi tüm söylenenler kusmuk gibi tenimde. Bilinenler güneş parlaklığında yaşayan tek bir kör nokta gibi, siyah! Yegâne bir nokta… Bu amansız bir ilerleyişin sonsuz bir huzura doğuşu gibi, tek bir gerçekliği saklayıştır! Bir tek gerçeklik, kör bir gerçeklik!
   Yaşıyor beşer, kıvrımsal olguları ve bunların barındırdığı derin tılsımları vücuduna kazandırmak istercesine. İçinde bir güneş yaratmaya çalışıyor. Kör bir gerçekliği kandırmaya çalışıyor.
   “Oysa sen her şeyi kandırabilirsin ama Bir’i kandıramazsın. Sadece Bir’i…”
                         20
Bir…
   “Şimdi sen tehlikeli bir hastalık gibisin tüm hücrelerime sinen. Her adımda daha da yaklaşıyorum noktaya; bilinçsiz ve umarsız bir tavırla. Sen…”
   —Sen sadece bir kez dokun geleceğin miladında ruhuma ve hisset içindeki yaşamsal sızlantıları… Sadece dokun ve hisset beni! Tut benliği, orada kal! Duyumsayabildiğin her yerde varlığım… Bir el çırpış gibi basit ama zekice… Bulabildiğin ve görebildiğin her noktada –bir noktada! Parmağının ucundan akan kandaki sıcaklığı hisset! Kendini bırak ona ve varlığımı duyumsa… Dinle tüm yaşanmışlıkları, algıla tüm eldeleri…
   “Şimdi sen sadece dinle, düşün ve beni anla…”
                         21
   Bugün bahçedeki lalelere baktım da;
   “Neden bu olağandışı zarafeti daha önce göremedim?” dedim. Daha önce görememiştim ama artık görebiliyorum. Kabul ediyorum onun varlık kırıntılarının birleştirdiği bütünleri. Daha iyi anlıyor artık her bir olguyu, daha iyi anlıyorum.
   “Seni anlayabiliyorum!”
                         22
   Algılayabiliyorum hücrelerdeki canlılığı. Sonsuz bir eleverişte yakarışa kapılan son ayin kadını gibi sessiz bir çığlığım şimdi! Bu kocaman hiçlik okyanusunda duyulamayan ama hep var olan bir çığlık…
   “Çığlıkların bir yaşama elçilik yapıyor.”
                         23
   İlerl… Yaz…
   Artık ilerleyebilişimi ya da yazamayışımı düşünemiyorum. Düşünme yeteneği olmayan canlı olup varlık sorgusu yaşamayan canlılık formları gibiyim. Tek düşüncem senin düşüncelerimde kapladığın yeri talan etmek! Duygularımı hadım etmek! Bir varlığın cinayetini yaşamak! Beyin hücrelerimde sadece senin sözlerin var. Benim için sen belki de son anda işlenen gayr-i meşru bir evliliğin tek piçisindir, tek ve nadide!
   Kim bilir belki bir gün tek –bir- şeye inanırsam yazabilirim ya da hâkim olabilirim bacaklarıma. Durup dinleyebilirim ağrıyan başımın hissiyatını. Sen bilirsin; ne de olsa sen varsın. Seni ben var ettim, düşlerimde! İyidir değil mi bir baş ağrısı, karın ağrısı? Hani bir yaşam belirtisi…
                         24[yirmi dört…]
   Ben bugün…
   Bugün ben…
   Ben bugün bende…
   Ya da yarın…
   Kim bilir kim?
   Kâğıtların arasından çıkarınca bu yazıyı, başımın ağrıdığını hissettim. Psikolojik yanılsama! Ama pek güzel değilmiş bir baş ağrısı! Bundan gayrı daha farklı şekilleniyor her şey zihnimde. Psikoloji, felsefe ve yazgılık arasında bir düşünce biçimi!
   Duyumsayabildiğim tek gerçekliğe yöneliyorum artık ve ben;
   Sadece “Rahman”ın varlığını duyumsuyorum.
   Sadece “O”na büyük bir özlem biriktiriyorum.
   Sadece “O”na güveniyorum, varlıksal sentezlerimde.
   Ve sadece “Kevser” gibi akıyor düşüncelerim.
          —Lakin şimdi ben sadece –bir şey- yapamıyorum.
          —Yazamıyorum ama inanıyorum.
          —İleride… Yazmalıyım!

Yavuz Selim ATAN                                       
    06.04.2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder