12 Kasım 2011 Cumartesi

Henüz Olmamışlık


“Uzak…
Her şey ve herkes simdi çok uzak…
Kendi yarattığım
Setlerle uzaklaşıyorum
Tüm insanlardan…
Sonra her şey
Yine uzak… ”
Yarım kalmış sigarayı kül tablasında bırakıp uzaklaşmaya çalıştı gelişi güzel her yöne… Uzun zamandır her şeye uzaktı. Kendi açmıştı tüm mesafeleri. İlkin memnun dahi sayılırdı. Fakat sonra…-Kapatmaya çalıştı tüm açılmışlıkları, beceremedi. Yine bir başarısızlık daha. ”Kişisel başarısızlık” dedi.” Ama zaten başarısızlık kişiye özgü değil midir?” diye düşünemeden edemedi. Bıkmıştı tüm bu sorulardan fakat artık kurtulmak onun için büyük bir muammaydı. Her son yeni bir başlangıçtı, varlığa adanan… Ve her başlangıç yeni bir azaptı, ruha adanan… Hayatı boyunca başlangıçlar ve sonlar arasında kalıp ilerleyememişti bir türlü. Belki de bu yüzden çocuk gibiydi. Büyük ama küçük. Küçüğün büyüğü. Büyükcek küçük. Büy…
# # #
“Azap çekiyor bedenim
Mut-suzum
Lakin mut-luydum
Anladım…
Her şey mut-a bağlı
Ki ben mut-suzum
U-mut-suzum… ”
“Mut” dedi sessizce. ”İlkel bir işkencenin aynadaki zahiri hali!” diyerek kalktı. Bittiğini ancak fark edebildiğini sigarasını dışarı fırlattı. Bir süre sessizlik kapladı odanın boşluğunu. Sonsuzmuş gibi görünüyordu hayat… Fakat bu düşünce sadece kendimizi sanrılara açtığımız anlar için geçerliydi. Düş bitince… Düş bitti, sonsuzluk uzlaşılmaz bir uzaklık artık… Uzlaşılmaz, ulaşılmaz, bağdaşılmaz bir uzaklık…
Uzaklaşmak için; yeni bir uzaklığı vücuda getirmek için, pencereye yöneldi. Ve rüzgâr…
“Rüzgar bize cilve yapıyor.” dedi.
Kutsanmış bir fahişe! Ya da kâhin!
“And thou should trust the seer!”1 dedi.
Melodiler yükseldi düşünceleriyle beyine. Ansal bir hedonizm yaşıyordu. Ardından bir an için bedbin olduğunu düşündü.
“Hayır!” —Yine yepyeni bir izafilik yasıyordu.
Düşünceleri iyiden iyiye şizofrenikleşmeye başlamıştı. Egoist düşlerden bir düşünce talep etmenin sadece bir muğlaklık olduğunu biliyordu. Kronik bir bunalıma kapılarını açmıştı tekrar. Dönmek istemese de bu gedikli anlara yasam bazen sürüklüyordu bizi soğuk sulara.-Üşürsün ama sesini çıkaramazsın! Yine uykuya daldı, yepyeni rüyalar için. Bazen bir azaptı rüyalar, bazense sonsuzluğa dokunabildiği, ona ellerini verebildiği kısıtlı bir zamandı. Rüyalar içinde yeni hayatlar oluşturuyordu. Düşlemeyi –rüya görmeyi- seviyordu fakat bu kez durum farklıydı. Beyni ona
cebren düşlettiriyordu. O, bu düşleri sündürmek istemiyordu. Düşlerin özgürlüğüne inanıyordu fakat beyninin yasattığı dayatmaya da karsı koyamıyordu. Sınırlı anlarda zoraki düşlerle yasıyordu. Sonra her şey bitti. Uykusunda yarattığı totaliter düzeni yıkmayı başarmıştı. Uyandı.
Evren ona günaydın diyordu. Onun ise ağzından çıkan anlamlı anlamsız, her şeyden öte bilinçsizce söylenmiş tek bir cümle vardı.
“ -Bitmeli. ”
# # #
Sabahın erken saatinde mide bulantılarıyla uyandı. Vücudu ona tepki göstermeye başlamıştı. İlkin psikolojik ve kronik bir bunalımın vücuduna etkisi olabileceğini düşündü ve olumlu düşünebilirse bu sorunu kolayca alt edebileceğine inandı. Fakat uzun çabalar bir ise yaramadı. Artık bu bulantı daha da çekilemez hale gelmişti. Güne yeni uyanan güneşe –günaydın- diyemeden psikolojik bir terapi yaratmaya çalışmıştı. Sonunda, sonuçsuz kalan bulantısı için dolaptan çıkardığı yeşil bir hapı kullanmaya karar verdi. İlacın tesir zamanını beklerken bulantılarını da yanına alıp sancılı düşler evrenine yöneldi…
—Dieu a passé…2
# # #
En nihayetinde düş evreninde yaptığı küçük gezintiyi bitirince, bulantılarının geçtiğinin farkına vardı. Anlaşılan ilaç ise yaramıştı. Çarnaçar bir tebessüm gönderdi akıp giden zamana. Ayakta bir şeyler atıştırdıktan sonra dışarı çıkmaya karar verdi. Ulaştığında şehir çoktan ayaklanmıştı. Herkeste umutsuz bir ifade ve geç kalmama arzusu. İfadesiz suratların aceleyle bir yerlere yetişmeye çalışması ya da o an için zamanı durdurma isteği anlamsız geldi.
“Bazen bende zamanı durdurmak istiyorum.” dedi.
Ancak onun bu isteği, gerçeklikten uzaklaşıp, olgular içinde tek anlamlı oluş olduğuna inandığı düş âleminde kalmak, bir zaman yolcusu olarak hep aralarda bir yerlerde yasamak içindi. Fakat bu insanlar neden durdurmak istiyor zamanı? Gerçek ve doğru olanın kavranmasında hiç uğraşmadıkları için mi şehrin her bir tarafında dolasan bunca ifadesiz surat? Sonra… Düşünmeyi bıraktı. Bu açmazlarla uğraşacak eforu vücudunda bulamamıştı. Hep, şehrin ortasında bakışta küplere bindiği trafik işaretlerini bu defa görmezlikten geldi.
—Umarsızlık ya da haksız bir yargılama…
1-Ve sen kâhine inanacaksın.
2-Tanrı geçti oradan.
# # #
Bir süre yatakta belirli belirsiz bir huzursuzlukla dönüp durdu. Yapmak istediği bir şeyler olduğunun farkındaydı fakat o şey neydi, bunu bilemiyordu. Pencereyi açıp dışarıya bakmaya karar verdi. Düşünmenin verdiği sürmenaj etkiyle pencereye yönelmeye çalıştı. Kolay değildi onun için bu hareket. Önce gövdesini kaldırdı ağır ağır. Bir süre durdu. Gözlerinin önü zifiri karanlık gecenin yansımasıydı. Kısa bir süre sonra kendine geldi. Usul usul ayağa kalktı ve perdeyi hırçın bir tavırla açtı. Yağmur yağıyordu. Dışarıda sokağın evrensel sessizliğinin bıraktığı huzur yaşyordu. Tam yağmurun seyrine dalmışken birden şimşekler çaktı, gök gürledi.
“ -Gökyüzü yine bize kızdı. Çünkü insanlar zara. ” diyebildi.
Yağmur dinmişti fakat pencereden ayrılmak istemiyordu. Göz kapakları ağır yük yüklenmiş işçi edasıyla kapanmaya çalışırken o vücuduna diretmekle meşguldü. Uzun sürmedi… Vücuduna daha fazla karşı koyamayıp yavaş yavaş yatağa yöneldi. Sessizliğine sarılıp uyudu…
Gece sessiz… Gece arman… Gece tali…
# # #
Ani bir hareketle uyandı. Dilinde asırlardır söylenmeyi bekleyen bir sözün evecenliğiyle “- Bunu yapmalıyım!” seklinde dökülen bir iç isyan…
Her yeni gün yeni bir azap, diye düşündü. Yeni sancılı düşler, azap niteliğinde rüyalar, kimliği belirsiz ağrılar, acılar… Yasamak bazen gerçekten ağır geliyordu. Hayata kendimizi kabullendiremezsek onu hep sırtımızda bir hamal gibi taşıyoruz. Fakat hepimiz akıp gidiyoruz zamanın herhangi bir anında bu hamallıkla.
“İnsan bu su misali
Kıvrım kıvrım akar ya
… ”
# # #
Pencereye yönelme ihtiyacı duydu tekrar. Yavaş yavaş, emin bir tavırla perdeyi sıyırdı. Dayanamayıp gözlerini kapattı. Dışarıda perdenin hoyrat bir el tarafından sıyrılmasını bekleyen gün ışığı büyük bir hızla içeri doldu. Gözlerini tekrar açtı. Sokağın ilerisindeki dağların arasında evreni yansıtan bir gökkuşağı oluşmuştu. Uzun zaman sonra ilk kez isteyerek gülümsedi.
“-Evren bize mutluluk dağıtıyor.” dedi sessizce.
# # #
Garajdan aracını çıkarıp tekrar şehir merkezine gitmeye karar verdi. Bugün içinde anlayamadığı bir heyecan, durduramadığı bir çığlık vardı. Her şeyin alabildiğine hızlı ilerleyişini duyumsadığını fark etti.
“İnsanlar ve doğa ilk kez bu kadar hızlı geçiyor gözlerimden.” dedi.
O ise hep yavaştı. Evrenin yavaş bir oluşum geçirdiğine inanarak var olan tüm olguların
yavaş olması gerektiğine inanırdı. Her şey yavaş olmalıydı, zaman gibi… Belki de bu yüzden sevmiyordu ifadesiz suratlardaki bir yerlere yetişme telaşını. Fakat evren bugün çok hızlı…
Somurtuyor…
Gülücükleri demet yapıp gönderen, -bize mutluluk dağıtıyor dediği evren neredeydi? Neden bu denli hızlı her şey ve herkes? Neden koşuyoruz yürümek varken? Neden bu kadar hızlı bu araç? Kalbim neden bu kadar hızlı çarpıyor? NEDENNEDENDENDEN…
—————-
Evrene inat arabasını köseye çekti. Yavaşlamayı tekrar vücuda getirmek istiyordu. Fakat hala ters giden bir şeyler vardı. Şehrin merkezine çok yakın bu yeri sessizlik istila etmişti. Sanki evren lal olmuştu.
Ab-ı Lal…
Beyninden her saniye yeni bir düşünce geçiyordu. Beyni de hızlanmıştı bugün… Simsiyah bulutlar da iyiden iyiye kendini göstermeye başlamıştı.
“-Severim kara bulutları ben… Evren öfkesini döküyor bize…” dedi.
Birkaç dakika sonra da evren öfkesini nur olarak döktü. Artık her şey yavaştı. Tezatlık her şeyiyle kendini gösteriyordu. Fakat evren hala konuşamıyordu. O, konuşmaya karar verdi. Sadece birkaç kelime döküldü tüyü biten dilinden:
“-Bitmeli!
-Bunu yapmalıyım! … ”
Sonra sustu, bedeni harekete geçti. Sonsuz düş görebileceği bir yere gitmek istedi.
Mezarlığa gitmek istedi… Gitti.
Yavuz Selim ATAN
07–07–2009 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder